4 Kasım 2009 Çarşamba

Kafayı Yiyen Kızın Öyküsü

Kayboldum bunalmış bakışların her zamanki hüzünlere eşlik ettiği yerde. Kimdik? Kaç kişiydik bilmiyorum. Sorulan sorulara geçiştirmek amacıyla verdiğim bir kaç kısa yanıt tek ağzımdan çıkan. Sadece bir kaç kısa kelime olmasına rağmen söyleyebilmek için çektiğim ızdırap hayli büyük. Hoşnutsuzluğum her zaman ki gibi belli oluyor yüzümden, saklamıyorum. Kalkıp gitseler diye düşünüyorum masadan. Yalnız kalsam bir iki saat, kafamı dinlesem, gülmeseler şöyle kahkahalarla, nesi var şu dünyanın bu kadar gülünecek... Kafam allak bullak oluyor bu saçmalıkları düşünmekten. Kalkıp gidiyorum kimse sormuyor bir şey, biliyorlar, bazen çok bunalıyorum insanlardan. Bir ağaç var, kocaman. Gidip oturuyorum karşısındaki banka. Asırlık olmalı diye geçiyor içimden. Parktan çocuk sesleri geliyor. İyi ki çocuk değilim diyorum. Baksanıza nasıl da eğleniyorlar kaydıraktan kayarken. Hem kim koymuş bunun adını kaydırak diye çok mu düşünmüş acaba?

O ara önümden genç bir çocuk geçiyor. Deli sanırım nasıl da boynuna sarılmış kızın. Bilmiyor mu birine bağlanmanın zararlı bir alışkanlık olduğunu. Yasaklasalar uyuşturucu gibi onu da. Herkesin üstüne yazsalar öldürmem süründürürüm diye. Yasal uyarı sonuçta...

Sonra kalkıyorum banktan, asırlık ağacı selamlıyorum ve iniyorum yokuştan aşağı. Bir caddeye geliyorum kalabalık bayağı. Duruyorum tam orta yerinde. Oluk oluk insan akıyor iki yanımdan. O ara bir şarkı söylüyorum içimden. Yanımdan bir kız geçiyor , o da içinden aynı şarkıyı söylüyor biliyorum, yüzünden belli. Şuradaki kedi de deminden beri bana mı bakıyor ne? İşin yok mu senin kedi git balık kafası ye, az ilerde balıkçılar var diyorum. Sanki anlamamış gibi yüzüme bakmaya devam ediyor. Sonra bana doğru sinsice birkaç adım atıyor ama var mı bende hastalıklı bir kediye pabuç bırakacak göz... Ayağımı kaldırıp olağanca gücümle yere vuruyorum ve aynı anda ağzımdan `Pist!` sesi çıkıyor. Yüzümde zaferin kendinden emin gülümsemesiyle elli metre ötedeki kitapçılardan birine dalıyorum. Yaklaşan bayana ` Herhangi Bir İnsanla Herhangi Bir Şey Konuşmak` adlı kitabı aradığımı söylüyorum. Satıcının yüzündeki ciddiyet alaycı bir gülümsemeye dönüyor. Üzgünüm o kitabı ilk defa duydum diyor. Oysa ben bu kitabı mutlaka biri yazmış olmalı diye düşünüyordum. Nasıl daha önce kimsenin aklına gelmemiş, bilmiyorum. Kadına bir şey söylemeden çıkıyorum dükkândan. Karşıda bir kedi yine bana bakıyor. Rengi biraz değişmiş ama aynı kedi yine. Bilerek yapıyor. Bakışlarını üstüme diktiğinde rahatsız olacağımı düşünüyor. Ama aksine o kadar rahatım ki... Sanırım peşimden geliyor. Arkama bakıyorum, yok ama hislerimde yanılmam. Evet, evet mutlaka arkamda...

Yarım saat önce oturduğum masaya dönüyorum. Manzara yine aynı. Saçma kelimeler kombinasyonu... Saçma 150 kelime kapasitesi bulunan insanlar 30 tanesini rasgele seçip sıralıyor. Bu masa bir felaket. O ara ayaklarıma bir şey dolanıyor masanın altında. Kitapçı kadın olabilir mi masanın altındaki? Ya da içinden şarkı söyleyen kız?... Yok, yok bu o kedi, gelmiş yine peşimden. -Arkadaşım sanırım- yanımda oturan kızlardan biri eğilip alıyor kediyi kucağına. Hamdi nerelerdeydin seni çok merak ettik diyor. Nasıl da anlamamışım peşimden gelenin Hamdi olduğunu. Ama belliydi zaten Hamdi`yle ilk karşılaştığımızda da sevmemişti beni. Kendileri yetmiyormuş gibi kedileri de hasta bunların. Kızın biri yüzüme bakarak bir şeyler söylüyor. Benimle konuşuyor sanırım ama duymuyorum hiçbir şey. Gözlerim kararıyor hafif bir ürperti hissediyorum. Sanırım bayılıyorum derken sesin kafamın içinde yankılandığını fark ediyorum. Kafam pek karanlıkmış diye söylenirken bunların hepsinin peş peşe yankılandığı bir boşluk olduğunu anlıyorum buranın. Beğenilmeyen düşünceler bu boşlukta hapsediliyor ve çıkmasına izin verilmiyor diye düşünüyorum. Peki, ama öyleyse ben neden buradayım diye bağırıyorum kendi sesimden başka hiçbir ses yok burada. Sanırım tek yapabileceğim oturup buradan nasıl çıkabilirim diye düşünmek. Sakinleşmeliyim diyorum ta ki hiç bir ses yankılanmayana dek bu boşlukta. Etraf sessizleşince bir ışık sızıyor gözlerimden, silik bir yüz düşüyor gölgeme, tanıyamıyorum. Nerde uzanıyorum bilmiyorum ama kıpırdamak aklımın ucundan bile geçmiyor. Öylece uzanırken tekrar dönüyorum kendime ama cevap aramıyorum artık. Yıkıcı bir sel alıp götürüyor ne varsa ya da ben öyle hissediyorum bir an. İnanmak istediklerim neydi hatırlamıyorum. Kimdim ben? Kaç kişiydim? Ya da Önemli miydim bu hayat için? Bir şarkı söyleseydim eşlik eder miydi biri? Sorular sorsaydım, her saniye öğrenmeye çalışsaydım hayatı yardım eden olur muydu? Bu karışıkken kafam nasıl bir cevap bulmayı bekliyordum kendimden. Uyanıyorum ansızın etrafımdakiler sevinçle çığlık atıyorlar. Kim bunlar tanımıyorum ama umurumda değil sarılıyorum hepsine seviyorum onları...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu hikayeyi hep sevdim, belli aralıklarla okuma ihtiyacı duyuyorum.. yıllardır sıkılmadım, sıkılmam sanıyorum..