4 Kasım 2009 Çarşamba

Kafayı Yiyen Kızın Öyküsü 2

Kimseyi anlayamaz olmuştu sonunda, ne o kimseyi anlıyordu ne de kimse onu anlamak için çaba gösteriyordu. "Çaba gösteriyoruz." diyorlardı, inanılası değildi. Tüm suçlu kendisiydi, kimseye suç da atmıyordu zaten. Kendisi, bir kız, ufaklık, zeki ama çalışmıyor, yetenekli, tembel, sevimli, ölü, ölü, ölü...

Kafasında dönüp duruyor yaşam olgusu. Değecek mi tüm bunlara? Çalışsa, başarsa ya da atlasa bir yerden ne fark edecek? Din, peygamber, inançsızlık... Hiçbiri değil kafasındaki boşluk, düşünmek zamanı, beyni ona oyunlar oynuyor. Hayat diye bir şey yok. Sonsuz bir amaçsızlığın içinde mutluluğu bulmak adına kurulan hayallere hayat deniyor. Bu elinde tuttuğu kalem ne büyük bir hayal ürünü, yazı diye bir şey var mı insan diye ya da? "İnsanlar yaşar." diye bir cümle kursa mesela; insan? Yaşamak? Cümle? Hepsini kendi mi uydurmuştu bunların, önüne aşılması gereken sınavları da kendi mi koymuştu sahi? Ya da kendisi aslında başkasının kafasında hayat bulan ufak bir figüran mıydı dandik bir hayalin içinde?

Uzun zamandır eline kalemi almaktan korkmuştu. Yazacakları, duyguları, yalnızlıkları, kalabalıkları, gözyaşları, arkadaşları, zevkleri, tebessümleri, saçları, rüyaları, ruhu, umudu, yedikleri, düşündükleri, odası, telefon numarası, kapıları, kaldırımları, otobüsleri, yabancıları, gözleri, yüzü, parmakları, soruları, cevapları, düşleri, düşleri, düşleri...

Herşeyden korkmuştu. Bomboş bir yerde saatlerce hiçbir şey yapmadan düşünmesi gerekiyordu. Yalnız başına, bomboş, tertemiz, sessiz bir yer... Yok öyle bir yer... Var mı?

Hiç yorum yok: