4 Kasım 2009 Çarşamba

Kafayı Yiyen Kızın Öyküsü 3

Çıkmalıydı bu boşluktan ve çıktı da…
Işık gözlerini aldı bir an, birkaç saniye gözlerini kırpıştırdıktan sonra nihayet yüksek çözünürlükte bir manzara yakalamıştı hayatın herhangi bir anından. Bir kedi ve birkaç ucuz insan diye düşündü. Nedense her insanın farklı bir dünya olduğu söylentisini pek benimseyememişti. Pek çoğu birbirinden oldukça farksızdı ve kafasının içindeki, yaşadıklarını bir hikâye tadında anlatan, bu sesten de oldukça sıkılmıştı. Ama birileri beni bilmeli, o anlatmasa başka kim yapabilir ki bunu diye düşünüp içindeki sesin gönlünü almayı da ihmal etmedi. Kafasındaki son kayboluşundan bu yana baya zaman geçmiş olmalıydı, kendini olgunlaşmış hissediyordu. Ucuz insanları bir kenara bırakıp kediye doğru birkaç adım attı sessizce. Oldukça uysal ve dokunulmaya muhtaç bir havası vardı. Kediyi eline alınca onu uzun zamandır tanıdığını fark etti. Gözlerine, rengine, patilerine baktı tek tek. Evet, bu oydu, aradığı kediydi. Yıllar önce bir yerlerde bıraktığı ve kimsenin merak etmediği kediydi o. İçindeki sevinci gizlemek adına öne atılmıştı burukluğu atik bir hareketle. İçindeki kediyi bir deniz kenarında bırakmıştı, öksüz, bir başına… Hamdi’nin ona düşmanlığı da bunu fark ettiğinden olmalıydı. En az Hamdi’nin ondan nefret ettiği kadar nefret ediyordu kendinden. Zavallı minik bir kediciği, o karanlığın ortasında, nasıl da yalnız bırakabilmişti pişmanlık duymadan. Bir an kafasını toparlamaya çalıştı, sonunda pişman olduğuna göre Hamdi de ona eskisi kadar kötü davranmazdı herhalde. O karanlık boşlukta duran yavru kediyi kucakladı sevgiyle, gözlerinin içine baktı. “Özür dilerim.” dedi. “Çok üzgünüm seni bir başına, savunmasız bıraktığım için bu koca dünyada. Beni affedebilecek misin?” Kedi kucağından atladı ve emin adımlarla kayboldu kafasını içinde. Sonunda biraz da olsa rahatlamıştı. Yaptığı hataların, özellikle de kendine yaptığı haksızlıkların, hayatını cehenneme çevirdiğinin farkına varmıştı sonunda. Büyüyordu; hataları, gözyaşları ve telafileriyle tutunuyordu hayata. Ve asla pişman olmadı yaşamaktan. İçindeki bu med-cezirler ona kendini sorgulamayı öğretmişti. Kim bilir daha kaç kıyıya vuracaktı düşleri ve daha kaç hayal kırıklığıyla ıslanacaktı yanakları. Bir arkadaşının sorusunu anımsadı:
“ Neden cevap vermeden önce düşünüyorsun böylesine? “ Düşünmeliydi. Çünkü o düşüncelerinde kendini buluyordu.

Hiç yorum yok: