1 Ekim 2011 Cumartesi

Yaratık


Gökyüzüne baktım...
Kozalaklar, yıldızlar gibi düzensizce asılı duruyorlardı dallarda. Boşlukta durduklarını hayal ettim. Ara ara kalabalık, ara ara yalnızdılar insanlar gibi.

Hiç ağaç kabuğu tattınız mı?
Eğer tattıysanız sanırım ortak noktalarımız var. Tadı hafif tuzlu, hani şu tahta yediğiniz hissi veren diet bisküviler gibi...

Bugün bütün dünyanın evimin arka bahçesi olduğunu hissettim. Sanki herşey bana ait, ben de herşeye... Hava ılık, hafif esintili... Sadece dört yaprak kımıldıyor görebildiğim binlerce yaprağın içinde. Sanki kendi çabalarıyla kımıldıyorlarmış gibi geliyor. Çimenlere yer yer güneş ışığı değmiş, keyif yapıyorlar. Kendilerini iyi hissediyor olmalılar bugün.

Elimde 1964 basımı bir kitap var, harika kokuyor...

Çam ağaçlarının iğneli yaprakları yer yer sararmış, küçüklüğümde ıslanan ayaklarımı anımsattı bana... Balkonu yıkardı anneannem sarı süpürgesiyle... Serin betonun ürpertisini duydum ağaçlarda.

Arkamdaki duvardan sarkan sarmaşıklar gibi tutunmak istedim hayata. Uzun zamandır hissetmediğim gibi hissettim sesleri ve sessizliği tenimde. Henüz insanları kabullenemedim çevremde. Hala biraz sinir bozucular. Sanırım insanlar yüzünden kaybetmiştim ben nefes alma isteğimi. Yalnızken güzeldim, yalnızken kendimdim. Oysa kimse gerçek benle yüzleşmek istemedi. Kolumdan tırmanan böcek bile rahatsız etmezken beni, insanlardan nasıl bu kadar iğrendiğimi düşündüm. Ben ıssızlara kaçtıkça içimi tırmalayan sesleriyle, çirkin bedenleriyle etrafımda belirdiler. Kurtulmanın yolunu bulamadım.

Huzurlu ve yalnızken karaladığım kelimelerin arasına sinsice sızan bu çirkin yaratıkları, dünyamı daha da fazla mahvetmeden öldürdüm içimde... Artık gidebilirim...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

bence bu dünyadan istifra etmeli.